ATATÜRK'ÜN HAYATI
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk devriminin yaratıcısı ve uygulayıcısı Mustafa Kemal Atatürk, 1881'de Selânik'te doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, anası hacı Sofi ailesinden Feyzullah Ağa'nın kızı Zübeyde Hanımdır. Ali Rıza Efendi Selanik Evkaf kâtipliğinde ve Gümrük memurluğunda bulunmuş, daha sonra bu görevinden ayrılarak kereste tüccarlığı yapmıştır. Ali Rıza Efendi'nin 1877 Osmanlı-Rus Savaşından az önce 1876'da Selanik'te kurulan Selanik Asakir-i Milliye Taburu'nda subaylık ettiği, ele geçen bir fotoğrafından ve o günleri bilenlerin anılarından anlaşılıyor.
Mustafa Kemal küçük yaşta babasını yitirdi. Onu zeki ve büyük bir Türk kadını olan annesi Zübeyde Hanım yetiştirdi. Mustafa Kemal ilk öğrenimini Selanik'te Şemsi Efendi Mektebinde yaptı. Bu okul yeni bir yöntemle öğretim yapmak üzere Selanik'te açılmış ilkokuldu. Atatürk çocukluğuna ve ilk öğrenim yaşamına ilişkin anılarını ilk kez 1922 yılı başında Ankara'da kendisiyle bir konuşma yapmış olan Vakit Gazetesi yazarı Ahmet Emin (Yalman)a çok içtenlikle şöyle anlatmıştır. (Elverdiğince bugünkü dile çevrilmiştir).
"Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, okula gitmek meselesine aittir. Bundan dolayı anamla babam arasında şiddetli bir çatışma vardı. Annem, ilahilerle okula başlamamı ve mahalle okuluna gitmemi istiyordu. Gümrükte memur olan babam, o zaman yeni açılan Şemsi Efendi'nin okuluna gitmemi ve yeni yöntemlere göre okumamı yeğ tutuyordu. Nihayet babam işi ustaca çözdü. İlk önce bilinen törenle mahalle okuluna başladım. Böylece annemin gönlü yapılmış oldu. Birkaç gün sonra da mahalle okulundan çıktım; Şemsi Efendi'nin okuluna yazıldım. Az zaman sonra babam öldü. Annemle birlikte dayımın yanma yerleştik. Dayım köy hayatı geçiriyordu. Ben de bu hayata karıştım. Bana görevler veriyor, ben de bunları yapıyordum. Başlıca görevim tarla bekçiliği idi. Kardeşimle birlikte7 bakla tarlasının ortasındaki bir kulübede oturduğumuzu ve kargaları kovmakla uğraştığımızı unutamam. Çiftlik hayatının diğer işlerine de karışıyordum. Böylece, biraz süre geçince annem okulsuz kaldığım için kaygılanmaya başladı.
Babası Ali Rıza Efendi, Kırmızı Hafız lâkabıyla tanınan, Ahmet Efendinin oğludur. Aile soyca Anadolu’dan Rumeli’ye geçmiş, orada önce Debre-i Bala sancağına bağlı Kocacık beldesine yerleşmiştir. Atatürk’ün dedesi ve amcasının taşıdıkları “kızıl” lakabından da anlaşılacağı gibi Rumeli’de yaygın olarak yerleşmiş olan Kızıl - Oğuz Yahut Kocacık Yörükleri, Türkmenleri soyundan gelmektedir. Aile muhtemelen 1830 dolaylarında Selânik’e yerleşmiştir. Ali Rıza Efendi burada 1839 dolaylarında doğmuştur. Onun Kızıl Mehmet Hafız isimli bir erkek, Nimet isimli bir de kız kardeşi olmuştur. Ali Rıza Efendi önceleri Selânik evkaf idaresinde sonra gümrük idaresinde çalışmış, 1876’da Asakir-i Millîye taburunda gönüllü subay olarak hizmet etmiş ve 1871 dolaylarında Zübeyde Hanımla evlenmiştir. Bu evlilikten olan üç çocuk (Fatma, Ahmet ve Ömer) küçük yaşlarda hayata veda etmişlerdir. Mustafa’dan sonra doğan Makbule (Boysan, sonra Atadan) yaşamış, Naciye ise 12 yaşlarında ölmüştür.
Mustafa okul çağına gelince anne ile baba arasında görüş ayrılığı belirdi. Geleneklere bağlı olan annesi onun dinî törenle ilâhîlerle mahalle mektebine gitmesini istiyordu. Aydın görüşlü olduğu anlaşılan babası ise onun yeni açılan ve modern eğitim yapan Şemsi Efendi İlkokulunda eğitim görmesini arzu ediyordu. Neticede baba olayı diplomatça çözümledi. Mustafa önce ilâhîlerle, dinî törenle mahalle okuluna başladı, birkaç gün sonra da oradan alınarak Şemsi Efendi okuluna başladı (1887). Mahalle Mekteplerinin aksine bu okulda yeni öğretim metodları uygulanmakta, kara tahta, tebeşir, silgi, öğretmen masası, okumayı kolaylaştıracak levhalar kullanılmaktaydı. Pedagojik esaslara göre modern öğretim yapan bu okulun Mustafa’nın fikrî gelişmesinde olumlu etkiler yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu arada Ali Rıza Efendi rüsümat memurluğunu bırakmış önce kereste sonra tuz ticareti işine girmiştir. Birincisini Rum eşkiyalar, ikincisini de tuzların erimesi dolayısıyla bırakmış ve ticarî hayattan çekilmiştir. Tekrar memuriyete giremeyen Ali Rıza Efendi hastalanmış ve 1890 dolaylarında vefat etmiştir. Mustafa babasının ölümü üzerine okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Maddî durumu yetersiz olan Zübeyde Hanım Langaza’da tarımla meşgul ağabeyi Hüseyin Ağa’nın yanına gitti (1890 dolaylarında). Çiftlik hayatı Mustafa’nın fizikçe gelişmesi ve el becerilerinin artması bakımından faydalı oldu. Ancak Zübeyde Hanım oğlunun öğreniminin yarım kalmasından üzüntülüydü. Mustafa’yı caminin imamı, köyün papazı ve son olarak da özel öğretmenle eğitmek gayretleri sonuçsuz kaldı. Sonunda anne oğlunun iyi bir eğitim görmesini sağlamak için onu Selânik’e halasının yanına gönderdi. Mustafa Selânik Mülkiye Rüştiyesi’nde (ortaokul) öğrenime başladı. Ancak burada öğrenciler arasındaki bir kavga dolayısıyla öğretmenlerinden birinin sert muamelesi üzerine okulu terketti Gönlü öteden beri askerî okuldaydı. Ancak annesi biricik oğlunun asker olup aile ocağından ayrılmasını istemiyordu. Mustafa annesine haber vermeden Selânik Askeri Rüştiyesi’nin sınavlarına girdi. Sınavı kazandı (1893). Annesini ikna etmesi zor olmadı. Artık önünde sadece kendisinin değil mensup olduğu ulusun kaderini değiştirecek yeni bir ufuk açılmıştı.
Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu., Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyehatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
- Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı
- Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921)
- I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
- II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
- Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
- Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi. Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu. Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Mustafa adlı çobanı manevi evlat edindi. Abdurrahim ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kızkardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı.
Fransızca ve Almanca biliyordu. 10 Kasım 1938 saat 9.05'te yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayarak İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 21 Kasım 1938 günü törenle geçici istirahatgâhı olan Ankara Etnografya Müzesi'nde toprağa verildi. Anıtkabir yapıldıktan sonra nâşı görkemli bir törenle 10 Kasım 1953 günü ebedi istirahatgâhına gömüldü.
ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜ
Atatürk ülke içerisinde sık sık seyahat etmektedir. Gemlik ve Bursa gezileri esnasında Atatürk soğuk alır. Tedavi olmak ve dinlenmek üzere İstanbul'a geri döner. Ama, ne yazık ki hastalık ciddidir. 10 Kasım 1938 tarihinde saat 9.05'te tüm çabalara rağmen çok sevdiği halkından ayrılmak zorunda kalır. Ama insanlarının gözünde ölümsüzlük kazanmıştır. Öldüğü andan itibaren, çok sevilen ismi ve hatırası, çok sevdiği halkının kalbinde yerini almıştır. O bir kumandan olarak birçok savaş kazanmış, bir lider olarak kitleleri etkilemiş, bir devlet adamı olarak başarılı bir yönetim sergilemiş ve nihayet bir devrimci olarak bir toplumun sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve hukuki yapısını kökten değiştirmeyi başarmış; dünya tarihindeki en üstün şahsiyetlerden birisi olmuştur. Tarih onu Türk ulusunun en şerefli evlatları ve insanlığın en büyük liderleri arasında sayacaktır.
ATATÜRK'ÜN GÖRÜŞLERİ
Ekonomi üzerine, Atatürk Devrimlerinin sonucunda, Türkiye'nin ekonomik yapısı tümüyle iyi yönde bir gelişme göstermiştir. Kapitülasyonların kaldırılması ile birlikte, ulusal bir ekonomi için gerekli olan temel atılmıştır. Atatürk'ün ülke ekonomisi hakkındaki düşüncesini, "Memleketin efendisi hakiki müstahsil olan köylüdür" sözlerinde bulmak mümkündür.
Dış Politika üzerine, O dönemde birçok ülke yöneticisinin izlediği iç çatışma politikalarına, polis devleti taktiklerine ve nihayet uluslararası ihtilaflara yönelmelerine rağmen, Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözüne sıkı bir biçimde, bağlı kalan Türkiye, bu dönemde ülke içerisindeki devleti ve onun kurumlarını içten çökertme girişimlerini engelleyebildiği gibi, savaşlara da bulaşmamayı başarmıştır.
ATATÜRK'ÜN İLKELERİ
Atatürk, milletimizin ilerleyip çağdaşlaşması için bir takım ilkeler ortaya koyarak bir düşünce sistemi kurmuştu. Atatürk büyük bir plan ve program içinde bu ilkeleri uyguladı. Bu ilkeleri kısaca inceleyelim.
1. Cumhuriyetçilik :
Türk İnkılâbının siyasal görünüşüdür. Cumhuriyetçilik devlet yönetiminde ve düzeninde millet iradesinin egemen olmasıdır. Devletin biçimini belirleyen yönetim tarzıdır şeklinde de tanımlanabilir. Bu açıdan devlet hayatında kişisel otorite ve keyfiliği önlemenin güvencesini oluşturur. Hürriyet, eşitlik ve adaletin dayanağı milli egemenliktir. Milli Mücadelenin başından beri ulusal egemenliğin anlaşılması için mücadele edilmişti. Cumhuriyetçilik ilkesi; Milliyetçilik, Halkçılık ve lâiklik ile iç içedir. Cumhuriyetçilik, toplumun millileşme, millet olma bilincine erişmiş olmasının bir sonucudur. Cumhuriyetçilikte egemenliğin kaynağı millettir. Millet kendi yöneticilerini belli bir süre için seçer, denetler ve gerektiğinde değiştirir. Demokrasi ise toplum içinde değişik düşünce ve fikirlerin serbestçe temsil edilmesi ve kişilerin bunlardan dilediklerine taraf olması esasına dayanır. Bununda uygulanabildiği en iyi sistem Cumhuriyet sistemidir. Yani demokrasi ile Cumhuriyet iç içedir. Yalnız her Cumhuriyet demokratik olmadığı gibi her demokrasinin olduğu yerde de Cumhuriyet sistemi olmayabilir. Türkiye’de Cumhuriyet rejimin gereği halk kendi temsilcilerini temsili demokrasi esasına göre belli bir süre için seçer ve dilediğinde onları değiştirir. Cumhuriyette yönetime çoğunluk egemendir. Cumhuriyetçilik Mustafa Kemal’in ödün vermediği temel ilkedir. Cumhuriyet yönetimlerinin temel ilkelerinden biri de devletin yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden ayrı olması anlamına gelen kuvvetler ayrılığıdır. Cumhuriyet devleti bir hukuk devletidir.
2. Milliyetçilik :
Milliyetçilik, bir milletin milli benliğinin bilincine varması ve ülke bütünlüğünü sağlaması ve yükseltmesi ilkesidir. Millet, geçmişte bir arada yaşamış, günümüzde bir arada yaşayan ve gelecekte de bir arada yaşama arzusu taşıyan aynı vatanın maddi ve manevi değerlerine sahip çıkan aralarında dil, din, kültür ve ülkü birliği bulunan insanların oluşturduğu topluluktur. Milliyetçilik ise; kişinin mensup olduğu millete ve milli değerlerine karşı maddi ve manevi bağlılığı ile mensup olduğu milletten dolayı haz duyması, milletinin geleceği için çalışmasıdır. Atatürk Milliyetçiliği : Türk Devletinin bağımsızlığının korunması ve aynı zamanda çağdaş uygarlık seviyesine çıkarılmasını hedeflemiş ve Türk milletinin bütün fertlerinden bu gaye için çalışmalarını istemiştir. Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı hissi olmaktan çok akılcıdır. Misak-ı Milli (milli sınırlar) esastır. Türk tarihi ve Türk dili alanında çalışmaları esastır. Milliyetçilik ilkesi, tam bağımsızlığa dayanır. Milli egemenlik, milli ekonomi, milli kültür, milliyetçilik temeline dayanan temel inkılâplardı. Türk milliyetçiliği vicdan ve duygu işidir. Buna göre kader birliği yapmış herkesi Türk sayar. “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü, milliyetçilik anlayışının bir özelliğidir.
3. Halkçılık :
Günümüzde aynı toprağı vatan bilmiş ve hayatının o vatana bağlamış olan insanlar “halk” kavramı ile ifade edilmektedir. Halkçılık, halkın kendi kendini yönetmesi, kanun önünde eşit olması, sınıfsız ve ayrıcalıksız bir toplum oluşturması anlamına gelen bir ilkedir. Halkçılık ilkesi, halkın sınıf yada bir zümre tarafından sömürülmesini reddeder. Kamunun yararını kişi ve zümre yararlarının üzerinde tutar. Sınıf çatışmalarına ve ayrımcılığına karşıdır. Toplumda asalete dayanan bir sınıflamaya karşı olan Halkçılık, sınıfsız ve ayrıcalıksız bir toplum hedefler. Halkçılık; halkın halk için halk tarafından yönetilmesi yani halkın kendi kendini yönetmesidir. Halk egemenliğinin olduğu bir toplumda halkın çıkarları garanti altına alınmış demektir. Halkçılık ilkesi devletin vatandaşlar arasında eşit ve adil muamele etmesini sınıf farkı veya başka şekilde bir ayırım gözetmemesini öngörür. Devletin her türlü politikasında halkın refahını esas almasını ve bu doğrultuda bir politika uygulamasını gerektirir.
4. Devletcilik :
Yeni Türk Devleti çok kötü bir ekonomi devir almıştı. Nitelikli insan gücü savaşlar yüzünden yok olmuş ve işletmeler çalışamaz durumdaydı. Atatürk bu şartları bilerek toplumun bütününü doğrudan doğruya ilgilendiren ekonomi alanında devletin kendini göstermesini istemektedir. Fakat katı bir tutumla değil örnek ve yol gösterici olarak. Yani hem devlet ekonomiye yön verecek, yol gösterecek, hem de kendisi özel sektör gibi ekonominin içinde yer alacak. Atatürk; kişi veya kuruluşların yapamayacağı veya yeterince üretim olmayan alanlarda ve devletin-milletin bütünlüğünü ilgilendiren (silah üretimi, sağlık hizmeti, eğitim gibi) konularda devletin bu işleri yapmasını istemiştir. Devletçilik, aynı zamanda milli,ahlaki ve sosyal içerikli bir sistemdir. Bundan dolayı insanın insanı sömürmesini engellemiştir. Atatürk’ün düşündüğü Devletçilik sistemi; kapitalist veya sosyalist bir sistem değildir. Karma bir sistemdir. Yani Atatürk, her iki sistemdeki iyi yönleri alarak karma bir sistemi Türkiye’de uygulamıştır. Artık günümüzde yeterli teknoloji, sermaye ve iş gücü olduğu için devlet her alanda yatırım ve üretim yaparak ekonomi içinde yer almamaya başlamıştır. Çoğu işleri özel sektör yavaş yavaş devir almaktadır (Sağlık, eğitim, sigara, içki gibi). Devlet artık sadece yön vermekte ve özel sektörü denetlemektedir. Böylece ülkemiz daha açık ve güçlü bir ekonomiye doğru gitmektedir.
5.Lâiklik :
Lâik kelimesi, Fransızca “laic”, “laique” kelimesinden gelmektedir. Kelimenin latince aslı ise “laicus” olup lügat anlamıyla ruhanî olmayan kimse, dinî olmayan şey, fikir, kurum demektir. Lâik teriminin din düşmanlığı ve dinsizlikle bir ilgisi yoktur. Bu kelime bize Meşrutiyet yıllarında girmiştir Lâiklik kelimesi bilhassa din adamları arasında dine karşı bir hareket olarak gösterilmektedir. Gerçekte lâiklik din düşmanlığı ve aleyhtarlığı demek değildir. Modern devlette, lâiklik, dinlerin yerini alacak ve vatandaşlar için kabulü zorunlu bir iman sisteminin de mevcut olması demek değildir. Lâik bir devletin resmi bir dinî olmadığı gibi,benimseyeceği, yayacağı felsefî bir akidesi de yoktur. Genel ve ortak anlamıyla lâiklik, dinî ve dünyevî otoritelerin birbirinden ayrılmasını, din işlerinin ferdî, hususî sayılarak ferdin vicdanına terk edilmesini ve devletin dinler karşısında tarafsız kalarak din hürriyetini sağlaması diye anlaşılır. Gerçek bir lâiklikte, din düşmanlığı değil, dine tarafsız bir davranış mevcuttur. Lâiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ve her vatandaş için vicdan hürriyetinin sağlanması demektir. Daha açık ve doğru deyimle lâiklik, dinî ve dünyevî otoritelerin birbirinden ayrılması, devletin siyasî, hukukî ve sosyal düzeninin sağlanmasında dinî inanç yerine aklın hâkimiyetine yer verilmesidir. Lâik devlet, kişinin dinî inanç ve ibadetine karışmadığı gibi kendisi de kendi adına da dinî törenler yaptıramaz. Lâik devlette din ve vicdan hürriyeti vardır. Lâik olmayan devlette yani teokratik devlette din ve vicdan hürriyeti yoktur, bunun sözü dahi edilemez. Lâik devlet dine bağlı devlet değildir ama din düşmanı bir devlette değildir. Lâik olmayan devlette, yani teokratik devlette din politikaya alet olur. İktidarda bulunan yöneticiler, devlet otoritesini kendi dinlerinin emrinde kullanmak isterler. Lâiklik modern devleti belirten bir vasıftır. Aynı zamanda lâiklik medenî yaşayışın bir şartıdır. Lâikçilik; muhtelif dinlere mensup olanlar arasında bir ayırım yapmaması demektir. Dinleri ne olursa olsun, bütün vatandaşlar ana hak ve hürriyetlere eşit olarak sahiptirler. Yakın çağlara kadar din, toplum hayatında etkili olmuş, resmî bir nitelik taşımış, günlük hayata karışmıştır. Bu tür toplumlarda suç ile günah aynı anlama gelmektedir. Fertlerin devletin kabul ettiği bir din dışında herhangi bir dini kabul etmesi, bu dine ait ayinleri yerine getirmesi imkanı mevcut değildir. Osmanlı Devletinin güçlü bir devlet kurması nedenini bazı tarihçiler, Müslüman olmayan Osmanlı vatandaşlarına karşı gösterdikleri toleransta, hoşgörüde aramışlardır. Ancak tolerans, bugün anladığımız anlamda din hürriyeti demek değildir. Toleranslı devrede dinler arasına eşitlik yoktur. Osmanlı Devleti dinî bir devletti. Ancak devlet yönetiminde, Müslüman olmayanlar, toleranstan yararlanmışlar, dinde ayrı olanlar hoşgörü ile karşılanmışlardır. Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı da gerçek anlamda bir din eşitliğine imkan vermemiştir. Sadece, İslâm dininin dışında olanlar Fermanlarla Padişahın lûtfundan yararlanmışlardır. Gerçek anlamda lâiklik yeni Türk Devleti ile gerçekleşmiştir. Tarihî gelişmeler, dinî devletten lâik devlete doğru yönelmeyi gerekli kılmaktadır. Lâik devlet modern devletin bir niteliği çağımızın devlet anlayışının özelliğidir. Lâik olmayan devlet Ortaçağ devletidir. T.B.M.M. 3 Mart 1924 tarihli bir kanunla, Hilâfet makamının da mülga olduğunu (kaldırıldığını) kabul etmiştir. Aynı gün kabul edilen bir kanunla Şer’iye ve Evkaf Vekâleti de kaldırılmış ve böylece dini siyasete karıştıran devlet sistemi de tarihe karışmıştır. Büyük bir devlet adamı ve inkılâpçı olan Atatürk, insana ve insanın toplumsal ilişkilerine büyük değer vermektedir. Atatürk’e göre din bir vicdan meselesidir. Dine saygı, inanan kişinin haklarına saygının bir sonucudur. Atatürk’ün karşı olduğu taassuptur, gericiliktir, din ve devlet işlerinin birbirine karıştırılmasıdır.
6. İnkılâpçılık :
Türk milletini geri bırakmış ilkel devlet kurumlarını yıkarak yerine çağdaş devlet kurumlarının kurulmasını esas alan İnkılâpçılık ilkesinde, hedef çağdaş Türkiye’dir. İnkılâpçılık ilkesi sürekli yenileşmeyi ve çağın gereklerine ayak uydurmayı amaçlamıştır. Mustafa Kemal’in Türk devletini gençlere emanet etmesi, bu sürekli yenileşmeyi sağlamak içindir. İnkılâpçılık; Türk İnkılâbının korunmasını, aklın ve bilimin yol göstericiliğinde çağın gereklerine göre sürekli olarak geliştirilmesi ve yenilenmesidir. Geleceğe dönük bir sistem modernleşme ve geleneksellik arasında bocalayan bir toplumu ikilikten ve tereddütten kurtarmıştır.
Bütünleyici İlkeler :
- Milli Egemenlik.
- Milli Bağımsızlık.
- Milli Birlik ve Beraberlik – Ülke Bütünlüğü.
- Yurtta Barış – Cihanda Barış.
- Akılcılık ve bilimsellik.
- Çağdaşlaşma ve Batılılaşma.
- İnsan ve İnsanlık Sevgisi.
ATATÜRK'ÜN İNKLAPLARI
Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleştirilen milli mücadelede asıl amaç vatanı düşman işgalin-den kurtarmak ve milli bağımsızlığı sağlamak idi. Lozan Antlaşması ile bu amaca ulaşıldı. Aynı zamanda milli mücadele hareketi Anadolu'da milli egemenlik esasına dayanan yeni bir devlet ortaya çıkarmıştı. Mustafa Kemal önderliğindeki milli mücadeleciler, milli egemenlik ve milli bağımsızlığı bir arada gerçekleştirmişlerdi. Lozan Antlaşmasının imzalanması ile beraber artık Kurtuluş Savaşı bitmiş barış dönemi başlamıştı. Bu barış döneminden faydalanılarak yıllardır süregelen savaşların açtığı yaraların sarılması gerekiyordu. Üst üste gelen savaşlar hem halkı madden ve manen çökertmiş hem de Anadolu'daki devlet otoritesini yok etmişti. Bu yüzden Lozan'ı takip eden yıllarda yeni Türk Devleti'nin yapısı ve kimliğinin oluşturulması gerekiyordu. Bağımsızlık mücadelesinde olduğu gibi yapılan İnkılap hareketlerin-de de Mustafa Kemal'in öncülüğü ve gayretleri Türkiye'deki hızlı değişimi hazırlamıştır.
Atatürk İnkılaplarının Hedefleri:
- Türkiye'yi çağdaş muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkartmak.
- Çağdaş Avrupa i!e bütünleşmek.
- Osmanlı Devletinden kalma ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen müesseselerin yerine çağdaş müesseseler kurmak.
- Halkın refah seviyesini artırmak.
- Çağdaş toplumlara ait değer yargılarını Türkiye'de yerleştirmek.
- Demokrasinin Türkiye'de yerleşmesini sağlamak.
A- Siyasi Alandaki İnkılaplar
Bu alandaki inkılap hareketleri hakkında daha önceki bölümlerde geniş olarak yer aldığından dolayı burada kısaca özetleyeceğiz. Siyasi alandaki inkılaplar yeni Türk devletinin çehresini değiştirmiş, modern anlamda bir devlet olmasını sağlamıştır.
1.Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922):
TBMM almış olduğu bir kararda "TBMM'nin üstünde güç ve kuvvet yoktur" diyerek saltanatı yok saymıştı. İlk anayasa ile de TBMM'nin bu durumu güçlendirilmişti. Lozan Konferansına İstanbul hükümetinin de çağrılması TBMM'yi harekete geçirmiş ve 'Milletin egemenliği yanında kişisel egemenliğin varlığının akla aykırı olduğu" görüşünden hareketle saltanat kaldırıldı.
2. Cumhuriyetin İlanı (29Ekim1923):
Yeni devletin yönetim şekli açıkça belirlenmiş, kabine sistemi kurulmuştu. İlk cumhurbaşkanı ve ilk başbakan belirlendi. Yeni devletin demokratikleşmesi yolunda önemli bir adım atılmış ve yapıla-ak yenilik hareketleri için ortam hazırlanmıştır.
3. Halifeliğin Kaldırılması (3Mart1924):
Halifelik, cumhuriyet ve cumhuriyet ilkeleriyle bağdaşmaması üzerine kaldırıldı. Halifelik dine da-yanan bir kurum olduğundan dolayı halka dayanan bir sistemle birlikte olamazdı. Halifeliğin kaldırılmasıyla laikleşmede en önemli bir adım atılmıştır.
4. 1924 Anayasası
Milli egemenlik, tek meclis, meclis üstünlüğü ve Güçler Birliği gibi prensipleri korumuş ve geliştirmiştir. İki dereceli bir seçim sistemi getirmiştir.
5. Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri
Mustafâ Kemal'in hayatı boyunca iki kez çok partili hayata geçiş denemesi yapılmıştır. Ancak ortamın demokratikleşmeye uygun olmamasından dolayı başarılı olunamamıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said isyanı ile kapatılmış, Serbest Cumhuriyet Fırkası da amacından saptığı İçin kendi kendini fesh etmiştir.
B- Hukuk Alanındaki İnkılaplar
İslam öncesi dönemde Türkler arasında hukuki işler törelere göre halledilirken İslamiyet’in kabulünden sonra İslam hukuku yürürlüğe girmiştir. Osmanlılarda da hukukun temelinde İslam hukuku hakimdi ve gayr-i muallimler için uygulanmamıştır. Gayri müslimlerin yaşadığı bölgelerde kendi hukuk kuralları uygulanarak azınlıklar arasında da adalet tesis edilmiştir.
Osmanlılarda yargı işlerini Kazaskere bağlı bulunan kadılar halletmekte idi. Devletin ülkede huzuru sağlamak için aldığı önlemler, İslam dininin Müslümanların vicdanlarındaki etkisi, ahiret korku-su ve cezaların caydırıcı olmasından dolayı az sayıdaki kadı, bugünkü Türkiye'nin yaklaşık yirmi katı büyüklüğündeki Osmanlı ülkesinde hukuk işlerini rahatlıkla yürütmüşlerdir. Osmanlı hukukunun çok hızlı işlemesi de hukuki tıkanıklıkları engellemiştir. "Gecikmiş adalet, adaletsizliktir" prensibiyle hareket eden kadılar davaların ekserisini tek celsede halletmişlerdir.
Osmanlı Devletinde batılılaşma hareketlerinin başladığı Tanzimat Döneminde her alanda olduğu gibi hukuk alanında da Avrupa'nın etkisinde kalınmıştır. II. Abdülhamit döneminde ise ilk defa bir anayasa hazırlandığı gibi Osmanlı Medeni Kanunu olan Mecelle de yürürlüğe girmiştir. Yeni kurulan Türk Devleti her alanda çağdaşlaşmayı düşünüyordu. Diğer alanlarda olduğu gibi hukuk alanında da bir takım yenilikler gerekiyordu. Laik hukuk arayışlarının hızlandığı bu dönemde Avrupa'nın en son hazırlanan hukuk kuralları olan ve pratik çözümler getiren İsviçre Medeni Kanunu Türkçe'ye tercüme edilerek yürürlüğe girdi.
Osmanlı Hukuku'nun Eksiklikleri :
- Hukuk birliğinin olmaması
- Yargılama usullerinin ilkel ve cezaların çok ağır olması
- Cezaların eğitici ve öğretici olmaktan uzak olması
- Tek yargıç usulünün hata yapma ihtimalinin fazla olması
- Yargıyı denetleyecek ciddi bir mekanizmanın bulunmaması
- Kadın haklarının yetersiz olması ve kadın-erkek eşitliğinin olmaması
- Bir erkeğin dört kadınla evlenebilmesi
- Miras ve tanıklıklarda kadının yarım sayıl-ması
MEDENİ KANUNUN KABULÜ
1. Toplumsal alanda kadın erkek eşitliği sağlanmıştır.
2. Kadınlara istedikleri mesleği seçme hakkı verilmiştir. Resmi nikah mecburi hale getirilmiştir. Tek eşle evlilik sistemi getirilmiştir. Kadınlara mirasta eşitlik getirilmiştir. Aile hayatında eşler arasında eşitlik ilke?. getirilmiştir. Patrikhanelerin din işleri dışındaki azınlık haklarını kontrol yetkisi kaldırılmıştır. Boşanmalarda kadın güvence altına alındı.
Hukuk Alanında Yapılan diğer Yenilikler:
- Ceza Kanunu 1926 yılında İtalya'dan alınarak yürürlüğe konuldu.
- 1926 yılında Borçlar Kanunu İsviçre'den transfer edildi.
- Hukuk Mahkemeleri Usulü Kanunu da 1927 yılında İsviçre'den alınmıştır.
- 1929 yılında Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunu Almanya'dan,
- 1932 yılında da İcra ve İflas Kanunu İsviçre'den tercüme edilerek Türk hukukunun çağdaşlaşması sağlanmıştır.
C- Sosyal Alandaki İnkılâplar :
1. Laiklik İlkesinin Yerleştirilmesi Çabalarının Sürmesi
Devlet ve Hukuk düzeni laikleşirken toplumsal yaşayışa yansımaması imkansızdır. Çünkü gerek devlet gerek hukuk toplumsal yaşayışı düzenlemek için var olan kurumlardır.
2. Şapka Kanunu (25 Kasım 1925):
Her alanda çağdaşlaşan ve yenileşen Türk in-sanının çağdaş batı insanlarının kılık ve kıyafetini benimsemesinden yana olan Mustafa Kemal bu alanda da milletine örnek olmuş ve Kastamonu gezisine bir kıyafetle çıkmıştır. Daha sonra çıkartılan kanunla da şapka giyme zorunluluğu getirilmişti.
3. Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması (30Kasım1925):
Osmanlı toplum ve eğitim hayatında önemli bir yere sahip olan tekke ve zaviyeler zamanla yozlaşmış ve toplumsal alanda bölünme ve gruplaşmalara neden olmuştur. Laik çizgide bulunan Türkiye Cumhuriyeti'nde bu tür dini nitelikli kurumlara yer yoktu. Bu yüzden tekke ve zaviyeler kaldırılmış ay-nı zamanda Şeyh, derviş, mürid, dede gibi ünvanlar da yasaklanmıştır.
4. Miladi Takvimin Kabulü (26 Aralık 1925):
Türkler İslâmiyet’i kabul ettikten sonra kendi milli takvimleri yerine Hicri takvimi kullanmışlardı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ile beraber batılılaşma da hedeflendi. Batı ile ilişkilerin daha iyi ayarlanabilmesi için miladi takvim kabul edilmiş ve Ocak 1926'dan itibaren yürürlüğe girmiştir.
5. Ölçü ve Tartıların Değiştirilmesi (1 Nisan 1931):
Osmanlı Devleti'nde uzunluk birimi olarak "ar-şın" ağırlık birimi olarak da "okka" kullanıldı. Bu sis-tem çağdaş Avrupa devletleri ile kurulan ekonomik ilişkilerde büyük zorluklar çıkarmış ve bunun üzeri-ne ağırlık birimi olarak Avrupa'nın kullandığı kilogram, uzunluk birimi olarak da metre esas alınmıştır. Ölçü ve tartı sisteminin değişmesi Türkiye'ye Avrupa ile girilen ekonomik ilişkilerle büyük kolaylıklar sağlamıştır.
6. Soyadı Kanunu (21 Haziran1934):
1934 yılına kadar Türkiye'de kişilerin soyadı yoktu. Bundan dolayı kişiler lakap, baba adı ve doğum yerleriyle anılıyordu. Bu durum askerlik, ekonomik ve sosyal hayatta karışıklıklar doğurmaktaydı. Sosyal ilişkilerde meydana gelen bu karışıklığın önüne geçmek için soyadı kanunu kabul edildi. 24 Kasım 1934'de de Mustafa Kemal'e meclis tarafın-dan "ATATÜRK" soyadı verilmiştir. Soyadı Kanunu ile birlikte ağa, hacı, hoca, molla, bey, beyefendi, paşa, hanımefendi ve hazretleri gibi ünvanlarda kaldırılmıştı.
7. Kadınlara Seçme ve Seçilme hakkının verilmesi
Medeni Kanunla kadın hakları konusunda büyük bir engel aşılmıştı. Daha sonra tanınan siyasal haklarla Türk kadınları demokratik hayattaki yerlerini almaya başladılar.
- 3 Nisan 1930'da Belediye seçimlerine girme hakları,
- 26 Ekim 1933'de köy muhtar ve heyeti seçimlerine girme hakkı
- 5 Aralık 1934'de de milletvekili seçme ve seçilme hakları verilmiştir.
Aynı yollarda Avrupa, Amerika ve Asya'nın bir çok ülkesinde kadınlar siyasal haklara sahip bulunmuyorlardı. Sonuç olarak milli Kurtuluş Savaşında mücadele eden Türk kadını, Türk toplumundaki saygın yerini alarak çağdaş bir statü kazanmıştır. Kadın hakları alanındaki atılımlar kuşkusuz Türk İnkılabı'nın en köklü ve başarılı uygulamalarını oluşturdu.
8. Hafta Tatilinin Cuma'dan Pazar'a alınması (1935)
ATATÜRK'ÜN ESERLERİ
En büyük eseri bize emanet ettiği çağdaş Türkiye Cumhuriyeti olan Atatürk’ü ve O’nun fikirlerini aslında bize en iyi kendisi anlatmaktadır. Çağdaş Türkiye Cumhuriyetini kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı boyunca kaleme aldığı toplam 14 adet yazılı eseri mevcuttur. Atatürk’ü yine kendi kaleminden anlatan bu yazılı eserlerini 3 ana başlık altında incelememiz mümkündür. Bu kapsamda; çeşitli dönemlerde yazılmış mevcut eserleri ana hatlarıyla açıklamaya çalışalım.
I- ATATÜRK'ÜN SİYASAL YAŞAMA YÖNELİK ESERLERİ
Büyük Söylev (Nutuk)
19 Mayıs 1919’daki “Genel Durum ve Görünüş” ile başlayıp, “Gençliğe Armağan” ile biten Atatürk’ün Söylev (Nutuk)’i, tarihi hem yansıtan hem de yorumlayan bir belgedir. ATATÜRK’ün kendi deyimiyle, “ulusal ve çağdaş bir devletin” kuruluş öyküsüdür.
Söylev (Nutuk)’e dikkatle bakıldığı zaman hem Kurtuluş Savaşı ideolojisi, hem de yalnız bir önderin çevresiyle hesaplaşması görülür. ATATÜRK, inanılmaz başarısını aktarırken, kendisini yalnız bırakanlardan, başarısına inanmayanlardan da hesap sormaktadır. Rauf ORBAY, Refet BELE, Kazı KARABEKİR Paşa, Ali Fuat CEBESOY, Bekir SAMİ, Cafer TAYYAR, Nurettin Paşa, Ali İhsan SABİS, Nazım Bey ve Kara Yusuf, bir zamanlar önderin yanında olan fakat sonradan ona ayak uyduramayarak, ters düşen kişilerdir. Söylev (Nutuk), düşmana ve Osmanlı’ya yöneldiği ölçüde, bu kişileri de kapsamaktadır.
Söylev (Nutuk), zafere doğru giderken çeşitli uzlaşmalardan yararlanan bir önderin değil, zaferi kazanmış ve bu yüzden de artık kendi çözümlerini egemen kılan bir önderin sözleridir.
Söylev (Nutuk), genç bir devletin pekiştirilmesini amaçlıyordu. Çünkü, devrimci kadro içinde ATATÜRK’ün hesaplaşmak zorunda kaldığı kişiler, etkin kamuoyu önderleri ve asker kişiler olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Oysa genç devletin, bu devletin niteliği hakkındaki siyasal çekişmelere dayanacak gücü yoktu. İşte bu nedenle ATATÜRK, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri hakkında kuşku duyan eski arkadaşlarını duraksamaksızın saf dışı bırakıvermiştir.
ATATÜRK, Neden Söylev (Nutuk)’i yazmaya gerek duymuştur? “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan, yapana sadık kalmazsa değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak mahiyet alır.” sözleri ATATÜRK’e aittir. Bu nedenle başardığı büyük devrimin yorumunu başkalarına bırakmak istememesi doğaldır.
Bu kapsamda; tarihe mal olmuş bir belge, tarihi yorumlayan bir belge ve yeni Cumhuriyet’i pekiştiren bir olay olarak üç nitelik taşımaktadır.
Atatürk’ten Mektuplar
Bu yazılar, 1935-1938 yılları arasında Cenevre Üniversitesi’nde öğrenimini yapmakta olan A.Afet İNAN ile ATATÜRK arasında yazılan mektupları kapsamaktadır. ATATÜRK, mektuplarında en çok “Hatay Meselesi”nden bahsetmiştir. Hastalığının son günlerinde başbakan ve bakanlarla görüşürken üzerinde en çok durduğu konu ise, ekonomide sanayi planlarının ivedilikle uygulanması idi. Ayrıca, bu eserden de gördüğümüz üzere, ATATÜRK, Türk Tarih Kurumu’nun çalışmaları ile de yakından ilgileniyordu.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Meclis’te, Yurt içi gezilerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Platformlarında yapmış olduğu tüm konuşmaların ve gazeteci ve kişilere vermiş olduğu tüm demeçlerin toplandığı 5 ciltlik bir eserdir.
- ATATÜRK'ÜN SOSYAL VE KÜLTÜREL ALANA YÖNELİK SERLERİ
Atatürk’ün Hatıra Defteri
Mustafa Kemal ATATÜRK, 1 nci Dünya Savaşı’nda; Gelibolu, Diyarbakır, Bitlis ve Suriye cephelerinde bulunmuştur. Türk ordularını bu bölgelerde idare ederken bir taraftan o bölgeleri ve halkını yakından tanımak fırsatını bulmuş, diğer taraftan da yurdun çeşitli bölgelerinden gelen subay ve erlerin kabiliyetlerine ve yurtları için yaptıkları fedakarlıklara şahit olmuştur. Bu geleceğin büyük adamı Kemal ATATÜRK için büyük bir tecrübe devresidir.
Mustafa Kemal, yazmış olduğu bu küçük hatıra defterini, doğu cephesindeki yaveri yedek subay Şükrü TEZER’e vermiştir. Anılan hatıra defteri Şükrü TEZER’in savaşa ait hatıra ve yazıları ile birlikte yayınlanmıştır. Mustafa KEMAL’in kendi el yazısıyla olan hatıraları az olmakla beraber çok ilgi çekicidir.
Arıburnu Muharebeleri Raporu
“Arıburnu Raporu”, Birinci Dünya Savaşı içinde ve Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından İkinci Ordu Komutanlığı sıralarında Harp Tarihi Dairesinin isteği üzerine yazılmıştır.
Karlsbad Hatıraları
1918 yılını kapsayan anılan günlük hatıra defterleri M.Kemal’in Karlsbad’da “Geçen Günlerim” başlığı altında altı deftere yazdığı hatıralardır. M. Kemal ATATÜRK, askeri, siyasi ve sosyal meseleler üzerinde fikirlerini açmakta ve özellikle okuduğu kitaplardan aktarmalar yapmaktadır. Ancak bunlarda kendi fikirlerini çoğunlukla belirtmemektedir.
Aynı usulü bu tarihten önceki hatıra defterlerinde de takip etmiştir. Zaten kendisinin her zaman her yerde kitap okuduğu bilinmektedir. Tarihi olayları, geleceğe ışık tutacak nitelikte bulduğu için yalnız ezberlemekle değil fakat tahliller yaparak değerlendirilmektedir. Bu bir aylık hatıra yazılarında ATATÜRK milli benliğine bağlı Türkiye’nin geleceğine yön verecek hazırlık içindedir.
Geometri
Bu kitabı ATATÜRK ölümünden 1.5 yıl kadar önce, III ncü Türk Dil Kurultayından hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayında kendi el yazısı ile yazmıştır.
Askerlik çığırından gelen ATATÜRK’ü, siyaset olayları büyük bir devlet adamı yapmış olduğu gibi, yurdun kültür sorunları da O’nu büyük bir eğitimci durumuna getirmiştir.
Geometri, eski terimle “Hendese”, eğitim örgütümüzde önemli bir yer tuttuğu halde, bunun terim düzeni çok ağdalı ve çapraşıktır. Arapça ve Farsça, okul programından kaldırılmış fakat Arapça üzerine kurulmuş olan terimler kalmıştır. Örneğin, “müselles-i mütesaviyül adla”yı çözümlemesi olarak hangimiz anlayabilirdik? Eğitimde bir gerçek vardır; anlayış yolunun açık olması, bir ipucu bulunması gerekir. “Müselles-i mütesaviyül adla” bu nitelikte değildir; bir külçe gibi anlayış yolunu tıkayan, öğrencinin eline hiçbir ipucu vermeyen cansız bir tekerlemedir. ATATÜRK, öğrencideki bu anlayış tıkanıklığını açmak için bu terimi, ana dili öğelerinden yapılı bir şekilde “eşkenar üçgen” e çevirmiştir.
İşte bu 44 sayfalık küçük kitapta; boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, taban, yatay, düşey, dikey, üçgen, dörtgen, eşkenar, ikizkenar, yamuk, artı, eksi, çarpı, bölü eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayım, gerekçe gibi terimler hep bu amaçla ATATÜRK tarafından türetilip konmuştur.
Medeni Bilgiler
Vatandaşlara, gerek Devlet ve Hükümetle ve gerek aralarındaki ilişkiye nazaran mevcut görev ve haklar ve genellikle devlet teşkilatını öğreten ve Afet İNAN tarafından aktarılan “Medeni Bilgiler” kitabının altında toplanmıştır.
Afet İNAN’ın aktardığına göre: “Bu kitaplar benim ismimle çıkmış olmasına rağmen, ATATÜRK’ün fikirleri ve telkinlerinden mülhem olduğu ve üslubun tamamen kendisine ait olduğunu tarihi hakikatları belirtmek bakımından bana düşen bir ödev telakki ediyorum. Ben bu konularda çalıştım, hatlar hazırladım ve dersimi onlara göre verdim. Bu kitabımı ATATÜRK’ün çalışmaları ve fikirleri olarak yayınlarken, onun el yazılarını da birer belge olarak koymak istedim.”
“Medeni Bilgiler” kitabında millet, hakimiyet, hak ve görev, Devlet, Hürriyet, ferdi haklar ve ferdi hürriyetler sıkça bahsedilmekte ve bu kavramlar üzerinde uzunca durulmaktadır.
ATATÜRK vatandaşı, miletin ferdi olarak aile, toplum ve devlete karşı görevli telakki ederken “milletin, medeni beşeriyetin bir ailesi olması noktası nazarından bütün insanlığa karşı bir takım görevleri” olduğunu bilhassa işaret etmek istemiştir. Böylece ATATÜRK, Türk vatandaşının medeni alemde hür, eşit görev ve hak sahibi, sorumluluklarını bilen kişiler topluluğu olarak millet bütününü oluşturmasında en büyük medeni özelliği bulmuştur.
III- ATATÜRK'ÜN ASKERLİĞE YÖNELİK ESERLERİ
Bölüğün Muharebe Eğitimi
Kurmay Ön Yüzbaşı M.Kemal ATATÜRK, bu eseri Türkçe’ye çevirdiği yıllarda, Osmanlı İmparatorluğu dağılma sürecine girmişti. Daha Harp Okulu öğrencisiyken bile ülke sorunlarıyla ilgilenen Mustafa Kemal yaklaşan 1 nci Dünya Savaşı felaketinden ülkesini ancak iyi eğitilmiş ve donatılmış disiplinli bir ordunun koruyacağının bilincindeydi. Ancak mevcut talimnamelerdeki bilgiler devrin muharebe koşullarını karşılamıyordu. Birliklerin eğitim seviyesini yükseltmek için yeni talimnamelere ihtiyaç olduğu gibi birlikleri yanaşık düzen eğitim alanlarında muharebe şartlarına göre eğitim yaptırmak için araziye çıkarmak, muharebe eğitimini orada yaptırmak gerekiyordu.
Berlin Askeri Akademisi eski müdürlerinden Alman Generali LITZMANN’ın “Bölük Muharebe Eğitimi” adlı eser, Kurmay Ön Yüzbaşı Mustafa KEMAL’in aradığı şartları taşıyordu. Mustafa Kemal’in tercüme ettiği küçük birlik komutanlarının sevk ve idare bilgilerini arttırmaya yönelik bu eser, “meskun yerlerde muharebe”, “savunma” ve “taarruz” konularını kapsamaktadır.
Takımın Muharebe Eğitimi
Bu kitap, yine General LITZMANN’ın “Sefer Mevcudunda Takım, Bölük ve Taburun Muharebe Talimleri” adlı eserin ilk bölümünü oluşturmakta olup, Selanik’te 3 ncü Ordu Karargahında görevli, Kurmay Kıdemli Yüzbaşı Mustafa Kemal tarafından tercüme edilmiştir.
Kitabın özünde; sefer kadrosu tam olan bir takımın değişik hava şartları ve çeşitli arazi koşullarında, basit bir mesele içinde muharebe yöntemlerinin uygulanması, avcı hattı teşkili ile bir avcı hattının ateş muharebesi bulunmaktadır.
Taktik Tatbikat Gezisi
Mustafa Kemal, subayların arazide yetiştirilmesini amaçlayan tatbikatların önemini vurgulayan bu eserini, 1911 yılında 5 nci Kolordu Harekat Şube Müdürü iken yazmıştır. Bu eserde, KIRMIZI ve MAVİ roldeki muharebe birliklerinin SELANİK-KILKIŞ arasında yaptıkları savunma ve taarruz uygulamalarının değerlendirmesini yapmıştır.
Bu eserinde Mustafa Kemal, bir muharebeyi sevk ve idarede belirli kuralların olmadığını vurgulaması yanında, Komutanın nitelikleri üzerinde durmuştur. Mustafa Kemal ATATÜRK’e göre; Komutan, kişisel cesaret sahibi olmalı, birliğini ortak bir hedefe yöneltebilmeli, birliğini hem savaşta hem de barışta eğitme konusunda yetenekli olmasının yanı sıra, düşman imkan ve kabiliyetlerini önceden sezme ve harekatı uygun yer ve zamanda icra etme yeteneğinde olmalıdır
Taktik Meselelerin Çözümü Ve Emirlerin Yazılmasına İlişkin Öğütler
ATATÜRK, katıldığı ve büyük başarılar elde ettiği Çanakkale Muharebelerinden edindiği tecrübelerden, “Taktik Mesele Çözümü” ve “Emirlerin Yazılması”na ilişkin önemli hususları, 1915 yılında yazdığı, 7 sayfalık bu eserinde toplamış ve 16 Kolordu Komutanı olarak, tüm subaylar tarafından bunların okunmasını emretmiştir.
Cumalı Ordugahı
1909 yılı yazında, Osmanlı Ordusu hizmetinde bulunan Alman Mareşali Von Der GOLTZ, Makedonya’daki Türk Ordusuna garnizon tatbikatı yaptırmak üzere Selanik’e gelecektir. 1909 yılı Kasım ayında yapılacak bu garnizon tatbikatı için yapılan hazırlıklar kapsamında, meseleler hazırlanmakta ve birliklere icra ettirilmektedir. Cumalı Ordugahında yapılan süvari tümeni eğitim ve manevraları da bunlardan biridir. Mustafa Kemal, bu tatbikatların yapılmasını, Türk Subaylarının kendilerine olan güvenini arttırmak ve hep yabancılara uymak zorunda olmadıklarını göstermek amacıyla gerekli görmekteydi.
Cumalı Ordugahında 3 ncü Süvari Tümeni’nin manevralarına katılan Mustafa Kemal, anılan manevraları anlatan “Cumalı Ordugahı” adlı eserini yazmıştır.
Mustafa Kemal, bir kurmay subay olarak teorik bilgilere önem vermekte ancak askeri tatbikat ve manevralardan sadece katılanların yararlanmasını yeterli görmemektedir. Bu yüzden 10 gün süren bu tatbikat sırasında tuttuğu gözlemci notlarına ayrıntılı olarak bu eserinde değinmiştir.
Zabit Ve Kumandan İle Hasbıhal
Mustafa Kemal, yakın arkadaşı olduğu Mehmet Nuri (CONKER) Bey’in “Zabit ve Kumandan” adlı kitabını okuduktan sonra, kaleme aldığı “Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal” adlı kitabını Sofya’da Ataşemiliter iken Mayıs 1914 ayında yazmıştır.
Bu kitabında Mustafa Kemal, Nuri CONKER ile takip ettikleri manevralardaki kumandan ve zabitlerin durumlarını ve bilgisizliklerini acıklı bir surette tasvir ediyor.
ATATÜRK’ün Balkan Harbi’nin acıları çok derin ve büyüktür. Doğduğu, büyüdüğü Selanik’in düşmana hibe edildiğini Afrika’da duyduğu vakit ne kadar elemli günler geçirdiğini burada hatırlatmaktadır.
ATATÜRK’ün en çok üzerinde durduğu bölüm “İnisiyatif” başlığı altındaki yazılardır. Bu kelimeyi “kendiliğinden hareket ve iş görme” olarak tarif etmiş ve detaylandırmıştır. Bu bölüm başlı başına bir fikir muhassalasıdır.
Bu küçük kitap o tarihlerdeki Mustafa Kemal’in düşünce yapısını bizzat kendi kaleminden anlatan ve tanıtan en iyi eserdir.
Atatürk tüm bu eserleri bizlere bırakmakla çok iyi bir siyasetçi, çok iyi bir asker, çok iyi bir öğretmen olmasının yanında çok iyi bir yazar olduğunu da kanıtlamış olmaktadır.